12 Kasım 2012 Pazartesi

BİR KIŞ VAKTİ KIZILDENİZ'İN KOLLARINDA....

Sen  kışın ortasında her türlü yağmur, çamurla cebelleşirken, birilerinin bütün bir yılı dünyanın en güzel sularında geçirdiğini bilmek...

Şu hayatta pek az şey sanırım bunu bilmek kadar can sıkıcı olabilir..

Hele de benim gibi, bıraksanız suda uyuyacak kadar derin mavilikleri seven bir su kuşuysanız..

İşte Mısır'daki Sharm El Sheikh, kış ortasında deniz aşkı kabaran benim gibiler için biçilmiş kaftan....








Aylardan Kasım....Türkiye'den Kahire aktarmalı gelen Sharm uçağı sabahın ilk ışıklarıyla iniyor piste.
Tek bir yeşilliğin olmadığı, uçsuz bucaksız kıraç tepelerden ibaret bir coğrafya burası...
Ama ne gam.O sonsuz mavilik yok mu, tuzuyla can yakan, rengiyle ruhunuzu huzura kavusturan..
İşte böylesi dünyanın başka hiçbir yerinde yok...
Sıcaklık bütün bir yıl 26 derecenin altına düşmüyor burada.
Kış aylarında yolunuz buraya düserse, sadece ögleden sonraları Egenin meltemlerine benzer ılık bir rüzgar hafiften ürpetebilir sizi, hepi topu..
Rengarenk mercanları selamlayarak gecmek, sonsuz sayıda ve cesitlilikte balıkla birlikte yüzmek ve gercekten sonsuzluk hissi veren derin maviliklerde kaybolmak.
O an sadece siz ve Kızıldeniz...



FOTOĞRAFLARLA KONUŞMAK...

Huzuru hangi kelime, bu karelerden daha iyi anlatabilir...




 

8 Kasım 2012 Perşembe

NERESİ SILA BİZE NERESİ GURBET...


'Neresi sıla bize, neresi gurbet..Yollar bize memleket...'
Ne güzel bir Yeni Türkü şarkısıdır bu, tam da bizim hayatımıza denk düşen..
Haberci olmak demek, yollarda geçecek bir hayatı da göze almak demektir çünkü..
O yüzden nasıl severim havaalanlarında, güzelim tren garlarında saatler geçirmeyi, farklı coğrafyalara yol aldığımı hayal etmeyi..

Bir de, hayatınıza dokunup geçen ama bunun farkında bile olmayanların yaşadığı şehirlerden bir gece yarısı geçip gitmeyi..
'Şu anda ne yapıyor, şimdi?
'Gece Yolculuğu' filminle bizi en iyi sen anlar, hislerimize tercüman olursun sevgili Ömer Kavur..




21 Temmuz 2012 Cumartesi

BEN DEĞİL BİZ DİYEBİLMEK

Futbol için nasıl takım oyunu denirse, habercilik de tam da böyledir.O takımın tek bir halkası teklemeye görsün, o saatten  sonra artık siz ne yapsanız nafile, ortaya çıkan manzara siz de dahil hiç kimseyi memnun etmez.

 Hal böyle olunca, o takımın oyuncularının birbiriyle ne denli uyumlu çalıştığı da pek bir önemlidir biz gazeteci milleti için.Düşünsenize, bazen günlerce aynı sofrada yemek yediğiniz, aynı sıkıntıları paylaşıp, beraber saatler geçirdiğiniz insanların çekilmez tipler olduğunu.Sözün özü, 'ben' değil 'biz' diyemiyorsanız ve her şeye bir kulp bulan mızmızlardansanız, lütfen bu işi yapmayınız.















10 Temmuz 2012 Salı

HOŞ SÜRPRİZLER 2

Sizi hoş sürprizlerin beklediği diğer bir yer de Manisa/Kula.Kapadokya benzeri peribacalarının çekimi için gitmiştik bu küçük ilçeye ama gelmişken tarihi Kula sokaklarını ve evlerini de gezelim dedik.Gerçekten bu denli etkileyici bir yer beklemiyordum.Çok sayıda tarihi ev var burada ve herbiri birbirinden güzel.Evlerin arasında, mübadeleden önce burada yaşayan Rumların farklı tarzdaki evleri de var.Dar sokaklar, Lütfi Akad'ın Vurun Kahpeye, Feyzi Tuna'nın Tutku  filmlerine de evsahipliği yapmış.


















HOŞ SÜRPRİZLER


Bazen hoş sürprizler insanı ne kadar sevindirir.Tıpkı, Muğla Milas'ta ve Manisa Kula'da karşımıza çıkıveren bu güzelim evler gibi.
Milas'ta 1920'lerde inşa edilen evler, tipik Ege mimarisi..Çokca da  Cunda adasındakileri hatırlatıyorlar.







Hepsinin mimarları da Macar, zaten o yüzden de Milaslılar arasında bu evler, 'Macar Evleri' olarak biliniyor.Biz bu evlerden 'Madam Murat'ın Evi' olarak bilenen evi gezdik.İçi 1920'lerden kalma Fransız mobilyaları ile döşeli bu evde gezinmek, film platosunda dolaşmak gibiydi.







9 Temmuz 2012 Pazartesi

İŞE YARADIĞINI HİSSETMEK..

  Bu işin en sevdiğim yanlarından biri de, zaman zaman sana bir işe yaradığını hissettirmesi.Bazen, senin için pek bir ehemmiyeti olmayan küçücük bir şey,bazı insanların hayatında o kadar büyük değişimler yaratıyor ki...İşte o zaman daha iyi anlıyorsun aslında elindeki kalemin ne denli güçlü olduğunu...Çok yakın bir tarihte tam da söylediğim türden bir olaya tanık olduk biz de..

Aydın-Muğla arasındaki Bafa Gölü,  Anadolu'nun en güzel köşelerinden.Ama gelin görün ki bu güzelim yer, tam 15 yıldır artın bir çevre kirliliğinin pençesi altında.Yaz aylarında göl sularının sıcaklığı 35 dereceyi buluyor ve bu da göldeki  birtakım zararlı bakterilerin aşırı derecede çoğalmasına neden oluyor.İşte biz de Bodrum'dan bir iş dönüşü tanık olduk bu iç burkan manzaraya ve konuyu hemen canlı yayına taşımaya karar verdik.İyi ki öyle yapmışız.Gölden yaptığımız canlı yayını izleyen 3 bakanlık, konuyu çözmek için harekete geçmiş.Doğrusu ya, bu kadar hızlı bir adımı biz bile beklemiyorduk.40 dereceyi aşan öğle sıcağında,o kokunun ve sineklerin içinde pek bir söylenmiştik ama böyle haberler de insanda ne dert bırakıyor ne tasa..Umarım çalışmalar en kısa sürede istenilen sonucu verir...






Fotoğrafların da en açık haliyle ortaya koyduğu gibi, gölün yüzeyi adeta yeşil bir boya dökülmüş gibi, çok tuhaf bir yosun tabakasıyla kaplı.Gölün etrafındaki inanılmaz küf kokusu da cabası.Bu koku ve kirlilik yüzünden göl kıyısındaki tarihi kentin yanında kurulu Kapıkırı köyündeki güzelim pansiyon ve otellere de turist gelmez olmuş.


24 Şubat 2012 Cuma

LİBYA'DA İLK GÜNLER...



***Libya, nüfusu ile yüzölçümü arasında büyük orantısızlık olan bir ülke.Ülkenin yüzölçümü 1 milyon 750 bin metrekare.Nüfus ise 7 milyon bile değil.Yani, neredeyse Türkiye'den 3 kat daha büyük bir ülkede, Türkiye'nin onda biri kadar insan yaşadığını düşünün.O yüzden ülkenin zengin petrol tesislerinde ve sanayide başta Mısırlılar olmak üzere Sudanlılardan, Nijeryalılara kadar birçok memleketten insan işçi olarak çalışıyor.Ülkedeki iç savaşta da en büyük sıkıntıyı çekenlerden biri de yabancı işçilerdi doğal olarak...

9 Şubat 2012 Perşembe

ATEŞ HATTINDA GEÇEN BİR YOLCULUĞUN HİKAYESİ

Bir yolculuk en güzel nasıl anlatılır?..Tabii ki bol fotoğrafla.Biz de öyle yapalım öyleyse ve ateş hattında geçen bir Libya-Mısır yolculuğunu anlatmaya başlayalım.Fethiye yolunda ılık bir nisan günü gelen teklifin ardından Çeşme limanında bizi bekliyordu işte Aknara feribotumuz.Kameraman arkadaşımla birlikte gemideki yegane gazeteciler bizlerdik.Başka kimler mi vardı?...Özel harekat polisleri (sanırım 30 kişi civarındaydılar)6 kişilik sağlık ekibi ve yaklaşık 30 kişilik gemi personeli.Eee bir de Türkiye'deki tedavileri tamamlanan 50 kadar Libyalı yaralı.İşte bu kadar azdık bu koca geminin içinde.İstanbul'dan Yunan adaları seferlerine çıkmaya alışık sevgili Ankara feribotumuz limandan demir aldığında saatler gece yarısını çoktan geçmişti bile.Fırtınası bol bir gecenin ardından işte bu manzarayla karşıladı bizi Libya'nın Bingazi kenti.


26 Ocak 2012 Perşembe

HİÇ HESAPTA YOKKEN...



'2 gün sonra Libya'ya gidecek bir gemi var, o gemiyle sen de gitmek ister misin? diye sordu telefonun diğer ucundaki ses. Bu da nereden çıktı diye geçirdim içimden önce...Dört bir yanın 'alev alev' olduğu bir ülkeye gitmek...Hem de gemiyle...Halbuki ne kadar farklı bir ruh halinde, ne kadar farklı bir coğrafyadaydık o anda.

Ilık bir ilkbahar gününde, iki günlük bir çekime diye çıktığımız Fethiye yolculuğunun hemen başında geliveren bu teklifle başladı işte bizim Libya yolculuğumuz. Benim ağzımdan bir anda dökülüveren -Olur, giderimle...-

5 Ocak 2012 Perşembe

NEREDE KALMIŞTIK...

Otobüste, bir yerden bir yere koştururken,çok sevdiğim bir yer görüp de o anı paylaşabileceğim sevdiklerim yanımda olmadığında ya da uzun bir yol dönüşü denize dalıp gittiğimde her defasında,yeniden yeniden 'bunları yazmalıyım' dedim kendime..Hayatı değerli kılan her bir an yazıda hayat bulmalı, unutulup gitmemeli..Ama bir türlü üzerime iki yıldır çöreklenen bu ölü toprağını silkeleyip de oturamadım şu klayvenin başına.Neyse ki, silkeleniyorum artık yavaş da olsa.Biliyorum ki kelimeler, 'ışıksız kaldığım bu kör kuyularda' beni yeniden aydınlığa çıkaracak. Gittiğim bir yer, yediğim güzel bir yemek, izlediğim bir oyun,çektiğim bir fotoğraf - herşey ama herşey- yer bulacak bu sayfalarda...

Ve bir itirafla başayalım ilk yazıya..Tıpkı, Amerika Birleşik Devletleri'nde geçen ayların hikayesini anlattığım 'Burası Washington DC' blogunda olduğu gibi, bu blogumun adını da, on yıl kadar önce TRT'de yayınlanan aynı adlı haber programından esinlenerek oluştu..Biraz intihal var işin içinde anlayacağınız:))Olsun, kime ne zararı var ki...Pruvamız neta olsun diyelim ve yola çıkalım bakalımm...

Hamiş:Sevda Ferdağ ve Tarık Akan'ın oynadığı Feyzi Tuna'nın -Seni Kalbime Gömdüm- isimli bir filmi vardı 1978 tarihli, Kıbrıs'ta geçen..Filmde Tarık Akan bir arkadaşıyla güzel sanatlar müzesinde gezinirken, ünlü bir Türk ressamının tablosu önünde dururlar.Arkadaşı Türk ressamın, yabancı bir ressamın ünlü bir eserinden esinlenerek yaptığını söyler baktıkları tabloyu.Tarık Akan'ın cevabı ise hayli serttir:'Sanatta hırsızlığın adı esinlenme olmuş.'O filmi izlediğimden beri, ne zaman esinlenme lafını duysam, bu sahne gelir aklıma:)))